Mü’min, bilhassa ebedî hayatını ilgilendiren hususlarda kimlerin tesir dairesi içinde bulunduğuna son derece dikkat etmelidir. Dostlarının, Kur’ân ve Sünnet istikâmetinde yaşayan, takvâ ehli, sâlih kimseler olmasına titizlik göstermelidir.
Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz, çok sevdiği sahâbîlerinden Abdullah bin Ömer (r.anhüma)’ya ve onun şahsında kıyamete kadar gelecek bütün ümmetine mühim bir îkazda bulunmuştur:
“Ey İbn-i Ömer! Dînine iyi sarıl, dînine iyi sarıl! Zira o, senin hem etin, hem kanındır. Dînini kimden öğrendiğine çok dikkat et! Dînî ilimleri ve hükümleri, istikâmet ehli âlimlerden al, istikâmetten sapanlardan alma!” (Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye, s. 121)
Zira bir kimse zâhiren âlim de olsa, Kur’ân ve Sünnet istikâmetinde, takvâ üzere bir yaşayışı yoksa; bilhassa mânevî hayatın inşâsında, onun vereceği fikirlere, yapacağı telkinlere îtibar etmemek gerekir. Zira nefs ve şeytan, bu gibi şahısları, sûret-i haktan görünerek türlü hile ve tuzaklarla kendi safına çekebilir. Sonra da onları halkı irşâd etmek bir tarafa, âdeta idlâl ve ifsâd etmek için kullanabilir.
Dînî bir kisve altında dîne ve dindarlara zarar veren bu tür kimseleri teşhis hususunda en kat’î ölçü, Kitap ve Sünnet’tir. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri der ki:
“Bir ki-şi-yi ha-va-da uçar-ken bile gör-se-niz, hâ-li Ki-tap ve Sün-ne-tʼe uy-mu-yor-sa bu bir (kerâmet değil) istidraç-tır.”6
Nitekim kıyâmetin büyük alâmetlerinden biri olan Deccâl de birtakım fevkalâde hâller sergileyecek, bu sayede kandıracağı birçok insanı ebedî felâkete sürükleyecektir.
Bir yanıt bırakın